O, yüksek bir ufuktaydı.
- Ona, bunu çok güçlü akıl sahibi olan Cebrail öğretmiştir. Doğrulup dikildi. O, en yüksek ufuktaydı. Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın arası kadar, hatta daha da yakın. Böylece kuluna vahyedeceğinivahyetti.
(5, 6, 7) Çünkü o (Kur'an'ı) müthiş kuvvetleri olan, donanımlı (Cebrail) öğretmiştir. (Cebrail) en yüksek ufuktayken belirmişti.
En yüksek ufukta.
O, yüksek bir ufuktaydı.
O sırada o, en yüksek ufukta* (Nur Dağı'nda)* idi.
Ve O, en yüksek ufuktaydı.
(önce) en uzak ufukta belirmişti;
En yüksek ufuktadır o.
O, en yüksek bir ufuktaydı.
O en yüksek ufukta idi.
ufkun en uç noktasında görünerek,
(5-7) (Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (asli suretine girip) doğruldu.
Ve o en yüksek ufukta idi
Kendisi yüksek ufukta iken.
O, en yüksek bir ufuktaydı.
O, en yüksek ufukda idi.
Ve o; en yüce ufukta idi.
O, en yüksek ufukta idi.
O, Ufuk-u Ala (tüm dışsallığı kaplamış - afakta) olduğu halde!
En yüksek ufukta.
O, en yüksek ufuktaydı.
While he was at the highest horizon.
And he was in the highest horizon;
there on the highest horizon.
At the highest horizon.
While he was at the highest horizon.
While he was at the highest horizon.