Rahmeti Bol ve Kesintisiz Olan Allah'ın Adıyla
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
Bismillahir rahmanir rahim.
Sonra işi paylaştıranlara ant olsun ki,
فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ
Fel mukassimati, emren.
Uyarıldığınız şey kesinlikle gerçektir.
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ
İnnema tuadune le sadikun.
Kuşkusuz din kesinlikle gerçekleşecektir.
وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ
Ve inned dine le vakıu.
Yollara sahip gökyüzüne ant olsun ki,
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْحُبُكِۙ
Ves semai zatil hubuki.
Kuşkusuz siz, söylediklerinizde çelişki içindesiniz.
اِنَّكُمْ لَف۪ي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍۙ
İnnekum le fi kavlin muhtelifin.
Onlar, cehalet içinde ne yaptığını bilmeyenlerdir.
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ
Ellezine hum fi gamretin sahune.
"Din Günü ne zaman?" diye sorarlar.
يَسْـَٔلُونَ اَيَّانَ يَوْمُ الدّ۪ينِۜ
Yes'elune eyyane yevmud din.
O gün onlar, ateşe atılacaklar.
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ
Yevme hum alen nari yuftenune.
Fitnenizi tadın. Bu, sizin acele istediğiniz şeydir.
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ
Zuku fitnetekum, hazellezi kuntum bihi testa'cilun.
Takva sahipleri ise cennetlerde ve pınarlardadırlar.
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
İnnel muttekine fi cennatin ve uyunin.
Rabb'lerinin kendilerine verdiğini alanlar, daha önce iyi olanlardır.
اٰخِذ۪ينَ مَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِن۪ينَۜ
Ahizine ma atahum rabbuhum, innehum kanu kable zalike muhsinin.
Geceleri pek az uyurlardı.
كَانُوا قَل۪يلاً مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Kanu kalilen minel leyli ma yehceun.
Onlar seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.
وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Ve bil esharihum yestağfirune.
Mallarından -istesin, istemesin- ihtiyaç sahipleri için bir pay ayırırlardı.
وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Ve fi emvalihim hakkun lis saili vel mahrumi.
Gerçeği kavrayanlar için yeryüzünde nice ayetler vardır.
وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ
Ve fil ardı ayatun lil mukınine.
Ve kendiniz de ayetsiniz. Hala görmüyor musunuz?
وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve fi enfusikum, e fe la tubsirun.
Gökte rızkınız ve uyarıldığınız şeyler vardır.
وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Ve fis semai rızkukum ve ma tuadun.
Göklerin ve yeryüzünün Rabb'ine ant olsun ki, sizin konuşmanız nasıl gerçekse, kesinlikle o da o kadar gerçektir.
فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟
Fe ve rabbis semai vel ardı innehu le hakkun misle ma ennekum tentıkun.
İbrahim'ın saygın konuklarının hadisi sana geldi mi?
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ
Hel etake hadisu dayfi ibrahimel mukremin.
Onun yanına geldiklerinde, "Selam." dediler. "Selam, tanınmayan topluluk." dedi.
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
İz dehalu aleyhi fe kalu selama, kale selam, kavmun munkerun.
Habersizce ailesine gidip, hemen kızarmış buzağı eti getirdi.
فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ
Fe raga ila ehlihi fe cae bi iclin seminin.
Onları buyur ederek: "Yemez misiniz?" dedi.
فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۘ
Fe karrebehu ileyhim kale e la te'kulun.
Durumlarından dolayı içine bir korku düştü. "Korkma." dediler ve ona bilgin bir çocuk müjdelediler.
فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْۜ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ
Fe evcese minhum hifeh, kalu la tehaf, ve beşşeruhu bi gulamin alim.
Bunun üzerine hanımı şaşkınlık içinde, yüzüne vurarak yüksek sesle: "Ben kısır, ihtiyar bir kadınım." dedi.
فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ
Fe akbeletimreetuhu fi sarretin fe sakket vecheha ve kalet acuzun akimun.
"Senin Rabb'inin buyurduğu şey işte budur." dediler. O, En İyi Hüküm Veren'dir, Her Şeyi Bilen'dir.
قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ
Kalu kezaliki kale rabbuk, innehu huvel hakimul alimu.
İbrahim: "O halde ey elçiler! Sizin geliş amacınız nedir? dedi.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Kale fe ma hatbukum eyyuhel murselun.
"Biz, suçlu bir topluma gönderildik." dediler.
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ
Kalu inna ursilna ila kavmin mucrimine.
Onların üzerlerine çamurdan pişirilmiş taşlar yağdırmak için.
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ
Li nursile aleyhim hıcareten min tinin.
Onlar Rabb'inin katından, aşırı gidenler için olan taşlardır.
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ
Musevvemeten inde rabbike lil musrifin.
Orada bulunan inananları çıkardık.
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Fe ahrecna men kane fiha minel mu'minin.
Fakat orada, bir evden başkasında, Müslümanlardan kimse bulamadık.
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ
Fe ma vecedna fiha gayre beytin minel muslimin.
Orada can yakan azaptan korkanlar için bir ayet bıraktık.
وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ
Ve terekna fiha ayeten lillezine yahafunel azabel elim.
Musa'da da vardır. Onu Firavun'a apaçık bir sultanla göndermiştik.
وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
Ve fi musa iz erselnahu ila fir'avne bi sultanin mubinin.
Ancak Firavun yüz çevirdi. "O bir sihirbaz veya delidir." dedi.
فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ
Fe tevella bi ruknihi ve kale sahırun ev mecnunun.
Sonra onu ve ordularını yakaladık ve denize attık. Kendi kendini kınıyordu.
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ
Fe ehaznahu ve cunudehu fe nebeznahum fil yemmi ve huve mulim.
Âd'da da vardır. Onların üzerine kasıp kavuran rüzgar göndermiştik.
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ
Ve fi adin iz erselna aleyhimur rihal akim.
Nereye uğradıysa orayı çürümüş çer çöpe çevirmişti.
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ
Ma tezeru min şey'in etet aleyhi illa cealethu ker remim.
Semud'da da vardır. Onlara: "Belli bir süreye kadar yararlanın." denmişti.
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ
Ve fi semude iz kile lehum temetteu hatta hinin.
Fakat Rabb'lerinin emrinden çıktılar. Bunun üzerine bakıp dururlarken yıldırım onları yakalayıverdi.
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ
Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus saikatu ve hum yanzurun.
Ayağa kalkmaya güçleri yetmedi. Yardım görenler de olmadılar.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ
Fe mestetau min kıyamin ve ma kanu muntesirine.
Daha önce Nuh halkını da. Ki onlar fasık bir halktı.
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟
Ve kavme nuhın min kabl, inne hum kanu kavmen fasıkin.
Göğü ellerle bina ettik. Kuşkusuz genişletici olan elbette Biziz.
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ
Ves semae beneynaha bi eydin ve inna le musiun.
Yeryüzünü de Biz döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz!
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Vel arda fereşnaha fe ni'mel mahidun.
Her şeyi çift yarattık. Umulur ki öğüt alırsınız.
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ve min kulli şey'in halakna zevceyni leallekum tezekkerun.
"O halde Allah'a sığının! Ben, sizin için O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ
Fe firru ilallah, inni lekum minhu nezirun mubin.
"Allah'ın yanı sıra başka bir ilah tanımayın. Ben, sizin için O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Ve la tec'alu meallahi ilahen ahar, inni lekum minhu nezirun mubin.
Aynen bunlar gibi, bunlardan öncekiler de kendilerine gelen resullere, "Sihirbazdır veya mecnundur." dan başka bir şey demediler.
كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ
Kezalike ma etellezine min kablihim min resulin illa kalu sahırun ev mecnun.
Sanki böyle yapmayı sonrakilere vasiyet etmişler! Hayır, onlar azgın bir halktır.
اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
E tevasav bih, bel hum kavmun tagun.
O halde onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ
Fe tevelle anhum fe ma ente bi melum.
Öğüt ver; kuşkusuz ki öğüt Mü'minlere fayda verir.
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu'minin.
Ben, cinni ve insi yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun.
Onlardan bir rızık da istemiyorum, Beni doyurmalarını da istemiyorum.
مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ
Ma uridu minhum min rızkın ve ma uridu en yut'imuni.
Kuşkusuz rızık veren, güçlü ve gücünde metin olan Allah'tır.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ
İnnallahe huver rezzaku zul kuvvetil metin.
Zulmedenlerin azaptan payı, arkadaşlarının payı gibidir. Artık acele etmesinler.
فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
Fe inne lillezine zalemu zenuben misle zenubi ashabihim fe la yesta'ciluni.
Kendilerine haber verilen azap günü geldiğinde, Kafirlerin vay haline.
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ
Fe veylun lillezine keferu min yevmihimullezi yuadun.