Rahmeti Bol ve Kesintisiz Olan Allah'ın Adıyla
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
Bismillahir rahmanir rahim.
Saf bağlayarak, saflar halinde dizilenlere ant olsun.
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ
Ves saffati saffa.
Kuşkusuz ilahınız elbette Bir Tek'tir.
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ
İnne ilahekum le vahıd.
Göklerin, yerin ve ikisinin arasında olanların Rabb'idir. Ve doğuların Rabb'idir.
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ
Rabbus semavati vel ardı ve ma beynehuma ve rabbul meşarık.
Biz, dünya semasını bir ziynetle, yıldızlarla bezedik.
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ
İnna zeyyennes semaed dunya bi ziynetinil kevakib.
Bütün Marid şeytanlardan koruduk.
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ
Ve hıfzan min kulli şeytanin marid.
Mele-i A'la'ya kulak verip dinleyemezler; her taraftan kovulurlar.
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ
La yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune minkulli canib.
Kovulmuş olarak, onlar için kesintisiz azap vardır.
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ
Duhuran ve lehum azabun vasib.
Ancak oradan bir söz kapan olursa, kayıp giden parlak bir alev ona yetişir ve onu yakar.
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
İlla men hatıfel hatfete fe etbeahu şihabun sakib.
Şimdi onlara sor: "Onları yaratmak mı daha zor, yoksa diğer yarattıklarımızı mı?" Oysa kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık.
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ
Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halakna, inna halaknahum min tinin lazib.
Evet, sen hayran kaldın, onlar ise alay ediyorlar.
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
Bel acibte ve yesharun.
Kendilerine öğüt verildiği zaman, öğüdü dikkate almıyorlar.
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
Ve iza zukkiru la yezkurun.
Ve bir ayet gördükleri zaman eğlenceye alıyorlar.
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
Ve iza raev ayeten yesteshırun.
"Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." diyorlar.
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Ve kalu in haza illa sihrun mubin.
"Öldüğümüz; toprak ve kemik olduğumuz zaman, yeniden diriltileceğiz öyle mi?"
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
E iza mitna ve kunna turaben ve izamen e inna le meb'usun.
"Yok olup gitmiş atalarımız da mı?"
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ
E ve abaunel evvelun.
De ki: "Evet, aşağılanmış olarak."
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
Kul neam ve entum dahırun.
Artık o tek bir haykırıştır. O zaman neyin ne olduğunu görecekler.
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
Fe innema hiye zecretun vahıdetun fe iza hum yenzurun.
"Eyvah bizlere! İşte bu Din Günü'dür" derler.
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
Ve kalu ya veylena haza yevmud din.
Bu, yalanladığınız Fasıl Günü'dür.
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟
Haza yevmul faslillezi kuntum bihi tukezzibun.
Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve onların kulluk ettikleri şeyleri;
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ
Uhşurullezine zalemu ve ezvacehum ve ma kanu ya'budun.
Allah'ın yanı sıra. Artık onlara Cehennem yolunu gösterin.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ
Min dunillahi fehduhum ila sıratıl cahim.
Onları durdurun! Kuşkusuz onlar sorumludurlar.
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ
Vakıfuhum innehum mes'ulun.
Size ne oldu da dünyadaki gibi yardımlaşmıyorsunuz?
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
Ma lekum la tenasarun.
Hayır! Onlar o gün teslim olmuşlardır.
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
Bel humul yevme musteslimun.
Karşılıklı olarak birbirlerini suçluyorlar.
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Ve akbele ba'duhum ala ba'dın yetesaelun.
"Gerçek şu ki siz bize, hep sağ taraftan geliyordunuz." derler.
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ
Kalu innekum kuntum te'tunena anil yemin.
"Hayır, siz zaten inanan kimseler değildiniz." derler.
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
Kalu bel lem tekunu mu'minin.
"Bizim sizin üzerinizde yetkimiz yoktu. Bilakis, siz azmış bir halktınız."
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ
Ve ma kane lena aleykum min sultan, bel kuntum kavmen tagin.
"Artık Rabb'imizin Söz'ü üzerimize hak oldu. Kuşkusuz biz, azabı tadacak olanlarız."
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ
Fe hakka aleyna kavlu rabbina inna le zaıkun.
"Biz, sizi azdırdık, çünkü biz azgındık."
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ
Fe agveynakum inna kunna gavin.
Onlar, izin günü azapta ortaktırlar.
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
Fe innehum yevme izin fil azabi muşterikun.
Mücrimleri böyle cezalandırırız.
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ
İnna kezalike nef'alu bil mucrimin.
Onlar, kendilerine: "Allah'tan başka ilah yoktur." denildiği zaman büyüklük taslayanlardı.
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ
İnnehum kanu iza kile lehum la ilahe illallahu yestekbirun.
"Mecnun bir şair için ilahlarımızı terk edenler mi olacağız?" derlerdi.
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
Ve yekulune e inna le tariku alihetina li şairin mecnun.
Bilakis, o, Hakkı getirdi ve gönderilmiş resulleri doğruladı.
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ
Bel cae bil hakkı ve saddakal murselin.
Siz, kesinlikle elim azabı tadacak olanlarsınız.
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ
İnnekum le zaikul azabil elim.
Sadece yapmış olduğunuz şeyin karşılığını alacaksınız.
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ
Ve ma tuczevne illa ma kuntum ta'melun.
Allah'ın muhles kulları hariç.
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
İlla ibadallahil muhlesin.
Onlar için bilinen bir rızık vardır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ
Ulaike lehum rizkun ma'lum.
Onlara meyveler ikram edilecek.
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ
Fevakih, ve hum mukremun.
Etraflarında kaynaklardan doldurulmuş kaseler dolaştırılır.
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ
Yutafu aleyhim bi ke'sin min main.
Berrak, içenlere lezzet veren.
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ
Beydae lezzetin liş şaribin.
İçinde kötü etkisi olan bir şey yoktur. Ve ondan onların akılları karışmaz.
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ
La fiha gavlun ve la hum anha yunzefun.
Yanlarında bakışlarını koruyanlar vardır.
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ
Ve indehum kasıratut tarfı in.
Onlar, iyi korunmuş yumurta gibidir.
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ
Ke enne hunne beydun meknun.
Birbirleriyle karşılıklı sohbet ediyorlar.
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Fe akbele ba'duhum ala ba'dın yetesaelun.
İçlerinden biri dedi ki: "Benim yakın bir arkadaşım vardı."
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ
Kale kailun minhum inni kane li karin.
Diyordu ki: "Sen gerçekten ahireti doğrulayanlardan mısın?"
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
Yekulu e inneke le minel musaddikin.
"Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, gerçekten cezalandırılacak mıyız?"
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
E iza mitna ve kunna turaben ve izamen e inna le medinun.
"Siz yakından bilenler misiniz?" derdi.
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
Kale hel entum muttaliun.
Derken yakından tanık oldu. Onu Cehennem'in ortasında gördü.
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
Fettalea fe reahu fi sevail cahim.
"Vallahi az kalsın beni de mahvedecektin." dedi.
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
Kale tallahi in kidte le turdin.
"Eğer Rabb'imin nimeti olmasaydı, ben de Cehenneme atılanlardan olurdum."
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
Ve lev la ni'metu rabbi le kuntu minel muhdarin.
"Biz artık bir daha ölmeyeceğiz, öyle değil mi?"
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
E fe ma nahnu bi meyyitin.
"İlk ölümümüzden başka ölüm görmeyecek, azaba uğratılacaklar da olmayacağız."
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
İlla mevtetenel ula ve ma nahnu bi muazzebin.
Bu gerçekten en büyük başarıdır.
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
İnne haza le huvel fevzul azim.
Çalışanlar, bunun gibi şeyler için çalışsın.
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
Li misli haza fel ya'melil amilun.
İkram olarak bu mu daha iyi, yoksa zakkum ağacı mı?
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
E zalike hayrun nuzulen em şeceretuz zakkum.
Biz, onu zalimler için bir fitne yaptık.
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
İnna cealnaha fitneten liz zalimin.
O, Cehennem'in dibinde çıkan bir ağaçtır.
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
İnneha şeceretun tahrucu fi aslil cahim.
Tomurcukları şeytanların başları gibidir.
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
Tal'uha ke ennehu ruusuş şeyatin.
Onlar, ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır.
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
Fe innehum le akilune minha fe maliune min hel butun.
Sonra da onun üstüne kaynar su karıştırılmış bir içecek vardır.
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
Summe inne lehum aleyha le şevben min hamim.
Sonra dönecekleri yer, kesinlikle Cehennem'dir.
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
Summe inne merciahum le ilel cahim.
Onlar, atalarını sapkın bir halde buldular.
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
İnnehum elfev abaehum dalline.
Kendileri de onların izleri üzerinde koşturdular.
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
Fe hum ala asarihim yuhreun.
Ant olsun ki onlardan öncekilerin çoğu sapkındı.
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Ve lekad dalle kablehum ekserul evvelin.
Ant olsun ki onlara içlerinden uyarıcılar gönderdik.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
Ve lekad erselna fi him munzirin.
Uyarılanların sonlarının nasıl olduğuna bir bak!
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
Fanzur keyfe kane akibetul munzerin.
Ancak Allah'ın muhles kulları hariç.
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
İlla ibadallahil muhlasin.
Ant olsun ki Nuh, Bize dua etmişti. Biz, ne güzel karşılık vermiştik!
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
Ve lekad nadana nuhun fe le ni'mel mucibun.
Onu ve ehlini büyük sıkıntıdan kurtardık.
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
Ve necceynahu ve ehlehu minel kerbil azim.
Onun soyunu kalıcı kıldık.
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ
Ve cealna zurriyyetehu humul bakin.
Sonradan gelenler içinde onu destekleyiciler bıraktık.
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ
Ve terekna aleyhi fil ahirin.
Âlemler içinde, Nuh'a selam olsun.
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ
Selamun ala nuhın fil alemin.
İyilere, işte böyle karşılık veririz.
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İnna kezalike neczil muhsinin.
O, Bizim Mü'min kullarımızdandı.
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
İnnehu min ibadinel mu'minin.
İbrahim, onun yolunu izleyenlerdendi.
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ
Ve inne min şiatihi le ibrahim.
O, Rabb'ine selim bir kalp ile gelmişti.
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
İz cae rabbehu bi kalbin selim.
Babasına ve halka: "Nelere kulluk ediyorsunuz?" demişti.
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
İz kale li ebihi ve kavmihi maza ta'budun.
"Allah'ı bırakarak uydurma ilahlar mı istiyorsunuz?"
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ
E ifken aliheten dunallahi turidun.
"Âlemlerin Rabb'i hakkında nasıl bir anlayışa sahipsiniz?"
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Fe ma zannukum bi rabbil alemin.
Yıldızlara bir nazarla nazar etti.
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
Fe nazara nazraten fin nucum.
Bunun üzerine ondan yüz çevirerek, arkalarını dönüp gittiler.
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ
Fe tevellev anhu mudbirin.
Onların ilahlarına yanaşarak: "Yemez misiniz?" dedi.
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
Feraga ila alihetihim fe kale e la te'kulun.
Üzerlerine yürüyüp sağıyla vurdu.
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ
Feraga aleyhim darben bil yemin.
Bunun üzerine koşuşturarak ona yöneldiler.
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
Fe akbelu ileyhi yeziffun.
"Siz yonttuğunuz şeylere mi kulluk ediyorsunuz?"
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
Kale e ta'budune ma tenhıtun.
"Sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yarattı."
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
Vallahu halakakum ve ma ta'melun.
"Onun için bir yer hazırlayın, sonra da onu cehenneme atın." dediler.
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ
Kalubnu lehu bunyanen fe elkuhu fil cahim.
Ona tuzak kurmak istediler. Tuzaklarını boşa çıkarıp onları aşağılık bir duruma düşürdük.
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
Fe eradu bihi keyden fe cealna humul esfelin.
İbrahim: "Ben, Rabb'ime gidiyorum, O, bana yol gösterecek." dedi.
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Ve kale inni zahibun ila rabbi seyehdin.
"Rabb'im! Bana salihlerden bağışla."
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Rabbi heb li mines salihin.
Bunun üzerine onu yumuşak huylu bir oğulla müjdeledik.
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ
Fe beşşernahu bi gulamin halim.
Çocuk babasıyla birlikte iş tutacak çağa eriştiği zaman, babası: "Ey oğulcuğum! Ben, uykumda seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün bakalım, sen ne dersin?" dedi. Çocuk: "Ey babacığım! Sana buyurulanı yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi.
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
Fe lemma belega meahus sa'ye kale ya buneyye inni era fil menami enni ezbehuke fanzur maza tera, kale ya ebetif'al ma tu'meru seteciduni inşaallahu mines sabirin.
Sonra, ikisi de teslim olup, yanı üzere getirdi,
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ
Fe lemma eslema ve tellehu lil cebin.
"Ey İbrahim!" diye ona seslendik.
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ
Ve nadeynahu en ya ibrahim.
Sen kesinlikle o rüyayı doğruladın. Biz, Muhsinlere işte böyle karşılık veririz.
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Kad saddakter ru'ya, inna kezalike neczil muhsinin.
Bu, kesin olarak apaçık bir beladır.
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ
İnne haza le huvel belaul mubin.
Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik.
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ
Ve fedeynahu bi zibhın azim.
Gelecek nesiller arasında ona iyi bir ün bıraktık.
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Ve terekna aleyhi fil ahirin.
İşte Biz, iyilere böyle karşılık veririz.
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Kezalike neczil muhsinin.
O, Bizim Mü'min kullarımızdandı.
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
İnnehu min ibadinel mu'minin.
Biz, onu salihlerden bir nebi olan İshak ile müjdeledik.
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Ve beşşernahu bi ishaka nebiyyen mines salihin.
Ona ve İshak'a bereket verdik. Her ikisinin soyundan muhsin olan da kendisine açıkça zulmeden de vardır.
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟
Ve barekna aleyhi ve ala ishak, ve min zurriyyetihima muhsinun ve zalimun li nefsihi mubin.
Ant olsun ki Musa ve Harun'a nimetler verdik.
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ
Ve lekad menenna ala musa ve harun.
O ikisini ve onlarla birlikte hareket eden halkı büyük sıkıntıdan kurtardık.
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Ve necceyna huma ve kavme huma minel kerbil azim.
Onlara yardım ettik. Galip gelenler onlar oldular.
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ
Ve nasarnahum fe kanu humul galibin.
Onlara gerçekleri açıklayan kitap verdik.
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ
Ve ateyna humel kitabel mustebin.
Onları dosdoğru yola ilettik.
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ
Ve hedeyna humes sıratal mustekim.
Gelecek nesiller arasında ona iyi bir ün bıraktık.
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ
Ve terekna aleyhima fil ahirin.
Biz, muhsinleri böyle ödüllendiririz.
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İnna kezalike neczil muhsinin.
İkisi de Bizim Mü'min kullarımızdandı.
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
İnne huma min ibadinel mu'minin.
İlyas da kesinlikle gönderilenlerdendir.
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Ve inne ilyase le minel murselin.
Hani o, halkına: "Siz, takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ
İz kale li kavmihi e la tettekun.
"Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba'le mi yöneliyorsunuz?"
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ
Eted'une ba'len ve tezerune ahsenel halikin.
"Allah, sizin ve atalarınızın Rabb'idir."
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
Allahe rabbekum ve rabbe abaikumul evvelin.
Ancak onu yalanladılar. Kuşkusuz onlar hazır bulundurulacak olanlardır.
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Fe kezzebuhu fe inne hum le muhdarun.
Allah'ın muhles kulları hariç.
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
İlla ibadallahil muhlasin.
Gelecek nesiller arasında ona iyi bir ün bıraktık.
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Ve terekna aleyhi fil ahirin.
İşte Biz, iyilere böyle karşılık veririz.
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İnna kezalike neczil muhsinin.
O, Bizim Mü'min kullarımızdandı.
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
İnnehu min ibadinel mu'minin.
Lut da kesinlikle gönderilenlerdendir.
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Ve inne lutan le minel murselin.
Hani onu ve yanında yer alanların tamamını kurtarmıştık.
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
İz necceynahu ve ehlehu ecmain.
Ancak geride kalan acuze bir kadın hariç.
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
İlla acuzen fil gabirin.
Sonra diğerlerini dumura uğrattık.
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Summe demmernel aharin.
Siz, gündüz onların yanlarından geçip gidiyorsunuz.
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
Ve innekum le temurrune aleyhim musbihin.
Ve geceleyin de. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Ve bil leyl, e fe la ta'kılun.
Yunus da kesinlikle gönderilenlerdendir.
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Ve inne yunuse le minel murselin.
Hani o, dolu gemiye kaçmıştı.
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
İz ebeka ilel fulkil meşhun.
Sonra kura çekti ve kaybedenlerden oldu.
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
Fe saheme fe kane minel mudhadin.
O kendisini suçlayıp dururken, hut onu yuttu.
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
Feltekamehul hutu ve huve mulim.
Eğer o gerçekten tesbih edenlerden olmasaydı;
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
Fe lev la ennehu kane minel musebbihin.
Diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı.
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Le lebise fi batnihi ila yevmi yub'asun.
Sonunda, onu bitkin bir halde ıssız bir yere attık.
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
Fe nebeznahu bil arai ve huve sakim.
Onun üzerine geniş yapraklılardan bir ağaç bitirdik.
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
Ve enbetna aleyhi şecereten min yaktin.
Onu, nüfusu yüz binden fazla bir halka Resul olarak gönderdik.
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
Ve erselnahu ila mieti elfin ev yezidun.
Bu sefer inandılar. Biz de onları belli bir süre yararlandırdık.
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
Fe amenu fe metta'nahum ila hin.
Haydi, onlara sor: "Kız çocuklar Rabb'inin de oğlan çocuklar onların mı?"
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
Festeftihim e li rabbikel benatu ve lehumul benun.
Yoksa Biz melekleri dişi olarak yarattık da onlar buna tanık mı oldular?
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
Em halaknel melaikete inasen ve hum şahidun.
Dikkat edin! Doğrusu uydurdukları iftiralarından dolayı;
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
E la innehum min ifkihim le yekulun.
"Allah'ın çocuğu oldu." diyorlar. Onlar, kesinlikle yalancıdırlar.
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Veledallahu ve innehum le kazibun.
Allah; kızları, oğullara tercih etmiş öyle mi?
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
Astafel benati alel benin.
Size ne oluyor? Nasıl böyle bir hüküm veriyorsunuz?
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Ma lekum, keyfe tahkumun.
Yoksa elinizde açık bir belgeniz mi var?
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ
Em lekum sultanun mubin.
Eğer doğru söyleyenlerdenseniz, o halde kitabınızı getirin.
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fe'tu bi kitabikum in kuntum sadikin.
Allah ile cinler arasında soy bağı uydurdular. Ant olsun ki cinler de kesinlikle onların hazır bulundurulacaklarını bilmektedirler.
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Ve cealu beynehu ve beynel cinneti neseba, ve lekad alimetil cinnetu innehum le muhdarun.
Allah, onların niteledikleri şeyden münezzehtir.
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
Subhanallahi amma yasifun.
Allah'ın muhles kulları hariç.
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
İlla ibadallahil muhlasin.
Artık siz ve kulluk yaptıklarınız,
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ
Fe innekum ve ma ta'budun.
O'na karşı fitneye düşüremezsiniz.
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ
Ma entum aleyhi bi fatinin.
Cehennem'e girecekler hariç.
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ
İlla men huve salil cahim.
"Bizden her birimizin belli bir makamı vardır."
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
Ve ma minna illa lehu makamun ma'lum.
"Biziz biz, saf saf duranlar."
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ
Ve inna le nahnus saffun.
"Biziz biz, tesbih edenler."
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
Ve inna le nahnul musebbihun.
"Yanımızda öncekilere verilen öğüt gibi bir öğüt olsaydı."
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ
Lev enne indena zikren minel evvelin.
"Biz de Allah'ın muhles kullarından olurduk."
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Le kunna ibadallahil muhlasin.
Fakat onu yalanladılar. Artık yakında bilecekler.
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Fe keferu bih, fe sevfe ya'lemun.
Ant olsun ki gönderilen kullarımıza şu sözü verdik:
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ
Ve lekad sebekat kelimetuna li ibadinel murselin.
Onlar, kesinlikle yardım edilecek olanlardır.
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ
İnnehum le humul mensurun.
Bizim ordumuz onlara mutlaka galip gelecektir.
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
Ve inne cundena le humul galibun.
Artık bir süre onlardan yüz çevir.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Fe tevelle anhum hatta hin.
Onları gözle! Yakında onlar da görecekler.
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Ve ebsirhum fe sevfe yubsirun.
Yoksa azabımızı acele mi istiyorlar?
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
E fe bi azabina yesta'cilun.
Fakat onların bulundukları yere indiği zaman, uyarılanların sabahı ne kötüdür!
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ
Fe iza nezele bisahatihim fe sae sabahul munzerin.
Artık bir süre onlardan yüz çevir.
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Ve tevelle anhum hatta hin.
Onları gözle! Yakında onlar da görecekler.
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Ve ebsir fe sevfe yubsirun.
İzzetin Rabbi olan Rabb'in, onların nitelediği şeylerden münezzehtir.
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ
Subhane rabbike rabbil izzeti amma yasifun.
Hamd, alemlerin Rabbi Allah'adır.
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Vel hamdu lillahi rabbil alemin.