سورة الشعراء

26. Şuara suresi
Şairler

Rahmeti Bol ve Kesintisiz Olan Allah'ın Adıyla

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillahir rahmanir rahim.

Ta, Sin, Mim.

طٰسٓمٓۜ

Ta, sin, mim.

Bunlar gerçeği apaçık ortaya koyan Kitap'ın ayetleridir.

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ

Tilke ayatul kitabil mubin.

İman etmiyorlar diye, adeta kendini helak edeceksin.

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ

Lealleke bahıun nefseke ella yekunu mu'minin.

Eğer dileseydik gökten öyle bir ayet indirirdik ki hepsi ona boyun eğmek zorunda kalırdı.

اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ

İn neşe' nunezzil aleyhim mines semai ayeten fe zallet a'nakuhum leha hadıin.

Rahman'dan kendilerine gelen söze bürünmüş her yeni öğütten yüz çevirdiler.

وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ

Ve ma ye'tihim min zikrin miner rahmani muhdesin illa kanu anhu mu'ridin.

Sonra da kesin olarak yalanladılar. Fakat alay ettikleri şeyin haberleri yakında onlara gelecek.

فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

Fe kad kezzebu fe seye'tihim enbau ma kanu bihi yestehziun.

Onlar, yeryüzünü görmüyorlar mı? Her tür bitkiden çiftler olarak bol bol yetiştirdik.

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ

E ve lem yerev ilel ardı kem enbetna fiha min kulli zevcin kerim.

Bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ancak onların çoğu iman etmedi.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İnne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Rabbin, Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Bir zamanlar Rabb'in, zalim halka gitmesi için Musa'ya seslenmişti.

وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ

Ve iz nada rabbuke musa eni'til kavmez zalimin.

"Firavun halkı takva sahibi olmayacak mı?"

قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ

Kavme fir'avn, e la yettekun.

Musa, "Rabbim! Beni yalanlamalarından korkuyorum." dedi.

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ

Kale rabbi inni ehafu en yukezzibun.

"Göğsüm daralır, dilim dönmez; onun için Harun'u gönder."

وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ

Ve yadiku sadri ve la yentaliku lisani fe ersil ila harun.

"Onlara göre ben suçluyum. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum."

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ

Ve lehum aleyye zenbun fe ehafu en yaktulun.

"Hayır, haydi ikiniz ayetlerimizle gidin! Kuşkusuz Biz, sizinle beraber işitenleriz. " dedi.

قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ

Kale kella, fezheba bi ayatina inna meakum mustemiun.

Haydi! Firavun'a gidin ve ona: "Biz, Âlemlerin Rabbi'nin resulleriyiz." deyin.

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

Fe'tiya fir'avne fe kula inna resulu rabbil alemin.

"İsrailoğulları'nı bizimle beraber gönder!"

اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

En ersil meana beni israil.

Firavun: "Çocukken, seni içimizde himaye edip yetiştirmedik mi? Yıllarca yanımızda kalmadın mı?"

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ

Kale e lem nurabbike fina veliden ve lebiste fina min umurike sinin.

"Sen ise yapacağını yaptın. Sen kafirlerdensin. "

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Ve fealte fa'letekelleti fealte ve ente minel kafirin.

Musa: "Ben o işi şaşkınlıkla yaptım." dedi.

قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ

Kale fealtuha izen ve ene mined dallin.

Sizden korktuğum için de hemen kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bağışladı ve beni resullerden kıldı.

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

Fe ferartu minkum lemma hıftukum fe vehebe li rabbi hukmen ve cealeni minel murselin.

"İsrailoğulları'nı kendine kul edinmiş olmayı bir nimetmiş gibi başıma kakıyorsun." dedi.

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

Ve tilke ni'metun temunnuha aleyye en abbedte beni israil.

Firavun: "Âlemlerin Rabb'i de nedir?" dedi.

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Kale fir'avnu ve ma rabbul alemin.

Musa: "Eğer bütün gerçekliği ile doğruyu bilmek istiyorsanız, bilesiniz ki O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabb'idir." dedi.

قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ

Kale rabbus semavati vel ardı ve ma beynehuma, in kuntum mukınin.

Firavun, etrafındakilere: "Duymuyor musunuz?" dedi.

قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ

Kale li men havlehu e la testemiun.

Musa: "Sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir" dedi.

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ

Kale rabbukum ve rabbu abaikumul evvelin.

Firavun: "Size gönderilmiş olan resulünüz, gerçekten mecnundur." dedi.

قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ

Kale inne resulekumullezi ursile ileykum le mecnun.

Musa: "Eğer aklınızı kullanırsanız anlayacaksınız ki O, doğunun, batının ve ikisinin arasındakilerin Rabb'idir." dedi.

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

Kale rabbul meşrıkı vel magribi ve ma beynehuma, in kuntum ta'kılun.

Firavun: "Benden başka bir ilah edinirsen, kesinlikle seni zindana atarım." dedi.

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ

Kale leinittehazte ilahen gayri le ec'alenneke minel mescunin.

Musa: "Sana apaçık bir şey getirsem de mi?" dedi.

قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ

Kale e ve lev ci'tuke bi şey'in mubin.

Firavun: "Öyleyse haydi getir onu. Eğer doğru söyleyenlerdensen." dedi.

قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

Kale fe'ti bihi in kunte mines sadikin.

Bunun üzerine Musa, asasını bırakıverdi; bir de ne görsünler, apaçık büyük bir yılan.

فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ

Fe elka asahu fe iza hiye su'banun mubin.

Ve elini çıkardı. Bakanlar ne görsün; beyaz bir el.

وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟

Ve nezea yedehu fe iza hiye beydau lin nazırin.

Firavun, yanındaki melelere: "Bu gerçekten çok bilgili bir sihirbazdır." dedi.

قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

Kale lil melei havlehu inne haza le sahırun alim.

"Sizi sihri ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne yapmamı istiyorsunuz?" dedi.

يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

Yuridu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihi fe maza te'murun.

"Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere sihirbazları toplamaya birilerini gönder." dediler.

قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

Kalu ercih ve ehahu veb'as fil medaini haşirin.

"Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler."

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ

Ye'tuke bi kulli sehharin alim.

Böylece sihirbazlar, belirlenen bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildiler.

فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ

Fe cumias seharatu li mikati yevmin ma'lum.

İnsanlara: "Siz de toplananlar olun." denildi.

وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ

Ve kile lin nasi hel entum muctemiun.

"Umarız sihirbazlar galip gelir; o zaman biz de onlara tabi oluruz."

لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ

Leallena nettebius seharate in kanu humul galibin.

Sihirbazlar Firavun'a geldiklerinde: "Eğer galip gelirsek bize bir ödül var mı?" dediler.

فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

Fe lemma caes seharatu kalu li fir'avne e inne lena le ecran in kunna nahnul galibin.

"Evet; o zaman sizi kesinlikle himayeme alırım." dedi.

قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ

Kale neam ve innekum izen le minel mukarrabin.

Musa onlara: "Atacağınız şeyi atın." dedi.

قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ

Kale lehum musa elku ma entum mulkun.

Bunun üzerine iplerini ve asalarını attılar. "Firavunun onuru adına elbette galip gelecekler bizler olacağız." dediler.

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ

Fe elkav hıbalehum ve ısıyyehum ve kalu bi izzeti fir'avne inna le nahnul galibun.

Sonra Musa asasını attı. Birde ne görsünler! Uydurdukları şeyleri yutuyor.

فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ

Fe elka musa asahu fe iza hiye telkafu ma ye'fikun.

Sihirbazlar hemen teslimiyetlerini ilan ettiler.

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ

Fe ulkıyes seharatu sacidin.

"Âlemlerin Rabb'ine inandık." dediler.

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

Kalu amenna bi rabbil alemin.

"Musa ve Harun'un Rabbine."

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

Rabbi musa ve harun.

Firavun, "Ben izin vermeden ona iman mı ettiniz? Kuşkusuz o, size sihir öğreten hocanızdır. Şunu kesin olarak bilin ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve kesinlikle hepinizi astıracağım!" dedi.

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

Kale amentum lehu kable en azene lekum, innehu le kebirukumullezi allemekumus sıhr, fe le sevfe ta'lemun, le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılafin ve le usallibennekum ecmain.

"Önemli değil. Nasıl olsa Rabbimize döneceğiz." dediler.

قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

Kalu la dayra inna ila rabbina munkalibun.

"İlk Mu'minler olduğumuz için, Rabb'imizin yanlışlarımızı bağışlayacağını ümit ediyoruz." dediler.

اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟

İnna natmeu en yagfira lena rabbuna hatayana en kunna evvelel mu'minin.

Musa'ya: "Kullarım ile gece yola çık. Kesinlikle siz takip edileceksiniz." diye vahyettik.

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ

Ve evhayna ila musa en esri bi ıbadi innekum muttebeun.

Derken Firavun, şehirlere toplayıcılar gönderdi.

فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ

Fe ersele fir'avnu fil medaini haşirin.

"Bunlar önemsiz bir topluluktur."

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ

İnne haulai le şirzimetun kalilun.

"Ve bize karşı kin ve nefret duyuyorlar."

وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ

Ve innehum lena le gaizun.

"Biz ise hazırlıklı bir topluluğuz."

وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ

Ve inna le cemiun hazirun.

Derken onları cennetlerden ve çeşmelerden çıkardık.

فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

Fe ahracnahum min cennatin ve uyun.

Ve hazinelerden ve kerim makamlardan.

وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

Ve kunuzin ve makamin kerim.

İşte böylece onlara İsrailoğulları'nı varis kıldık.

كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

Kezalik, ve evresnaha beni israil.

Gün doğarken onların ardına düştüler.

فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ

Fe etbeuhum muşrikin.

İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın taraftarları, "İşte şimdi yakalandık." dediler.

فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ

Fe lemma terael cem'ani kale ashabu musa inna le mudrakun.

Musa: "Hayır, endişelenmeyin! Kuşkusuz Rabb'im benimledir. Bana yol gösterecektir." dedi.

قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ

Kale kella, inne maiye rabbi seyehdin.

Musa'ya, "Asanı denize vur." diye vahyettik. Deniz hemen yarıldı. Her bir parçası büyük, yüksek bir dağ gibiydi.

فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ

Fe evhayna ila musa enıdrib bi asakel bahr, fenfeleka fe kane kullu firkın ket tavdil azim.

Diğerlerini de oraya yaklaştırdık.

وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ

Ve ezlefna semmel aharin.

Musa ve beraberinde olanların hepsini kurtardık.

وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ

Ve enceyna musa ve men meahu ecmain.

Sonra da diğerlerini boğduk.

ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ

Summe agraknel aharin.

Kuşkusuz bunda bir ayet vardır. Buna rağmen onların çokları inanmamaktadır.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İnne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Kuşkusuz Rabbin, Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Onlara İbrahim'in haberini anlat.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ

Vetlu aleyhim nebee ibrahim.

Babasına ve halkına; "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.

اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ

İz kale li ebihi ve kavmihi ma ta'budun.

"Putlara kulluk ediyoruz. Kendimizi onlara adamaktan vazgeçmeyeceğiz." dediler.

قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ

Kalu na'budu asnamen fe nezallu leha akifin.

İbrahim: "Onlara dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?" dedi.

قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ

Kale hel yesmeunekum iz ted'un.

"Veya size bir yararları ya da zararları oluyor mu?"

اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ

Ev yenfeunekum ev yedurrun.

Onlar: "Ama atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." dediler.

قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ

Kalu bel vecedna abaena kezalike yef'alun.

İbrahim: "Peki neye kulluk ettiğinizi hiç düşünüyor musunuz?" dedi.

قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ

Kale e fe raeytum ma kuntum ta'budun.

"Siz ve geçmiş atalarınız."

اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ

Entum ve abaukumul akdemun.

"Yalnızca Âlemlerin Rabbi (dostumdur). O'nun dışındakilerin hepsi benim düşmanımdır."

فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ

Fe innehum aduvvun li illa rabbel alemin.

"Beni yaratan ve yol gösteren O'dur."

اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ

Ellezi halakani fe huve yehdin.

"O'dur beni yediren ve içiren."

وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ

Vellezi huve yut'ımuni ve yeskin.

"Hastalandığım zaman, O'dur bana şifa veren."

وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ

Ve iza maridtu fe huve yeşfin.

"Beni öldürecek ve tekrar diriltecek olan O'dur."

وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ

Vellezi yumituni summe yuhyin.

"Ve Din Günü yanlışımı bağışlayacağını umduğum O'dur."

وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ

Vellezi atmeu en yagfira li hatieti yevmed din.

"Rabb'im bana karşılıksız hüküm ver ve beni salihlerin arasına dahil et."

رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ

Rabbi heb li hukmen ve elhıkni bis salihin.

"Ve sonrakiler arasında güzel bir ün ile anılmamı nasip et."

وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ

Vec'al li lisane sıdkın fil ahırin.

"Ve beni nimeti bol Cennet'in mirasçılarından kıl."

وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ

Vec'alni min veraseti cennetin naim.

"Babamı bağışla, o sapkınlardandır."

وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ

Vagfir li ebi innehu kane mined dallin.

"Yeniden dirilme gününde beni utandırma."

وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ

Ve la tuhzini yevme yub'asun.

"Evladın ve malın yarar sağlamadığı gün."

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ

Yevme la yenfau malun ve la benun.

"Allah'a selim bir kalple gelenler hariç."

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ

İlla men etallahe bi kalbin selim.

Ve Cennet, takva sahipleri için yaklaştırılır.

وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ

Ve uzlifetil cennetu lil muttekin.

Ve Cehennem azgınların karşısına çıkarılır.

وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ

Ve burrizetil cahimu lil gavin.

Ve onlara: "Kulluk ettikleriniz nerede?" denilir.

وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ

Ve kile lehum eyne ma kuntum ta'budun.

"Allah'tan başka size yardım edebilecek var mı? Veya kendilerine bir yararları olabilir mi?

مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ

Min dunillah, hel yensurunekum ev yentesırun.

Arkasından onlar ve azgınlar onun içine tepetaklak atılacaklar.

فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ

Fe kubkıbu fiha hum vel gavun.

Ve iblisin bütün askerleri.

وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ

Ve cunudu iblise ecmeun.

Onlar, orada birbirleriyle çekişerek diyecekler ki:

قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ

Kalu ve hum fiha yahtesımun.

"Allah'a yemin olsun ki, biz apaçık bir sapkınlık içindeymişiz."

تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

Tallahi in kunna le fi dalalin mubin.

"Çünkü sizi Âlemlerin Rabb'i ile bir tutuyorduk."

اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ

İz nusevvikum bi rabbil alemin.

"Ve bizi hep o mucrimler saptırdı."

وَمَٓا اَضَلَّـنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ

Ve ma edallena illel mucrimun.

"Artık şefaat edecek kimsemiz de yok."

فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ

Fe ma lena min şafiin.

"Gerçek bir dostumuz da."

وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ

Ve la sadikın hamim.

"Keşke bizim için geri dönüş olsaydı da biz de inananlardan olsaydık."

فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Fe lev enne lena kerraten fe nekune minel mu'minin.

Bunda bir ayet vardır. Buna rağmen onların çoğu inanmamaktadırlar.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İnne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Kuşkusuz senin Rabbin Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Nuh halkı gönderilmişleri yalanladı.

كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ

Kezzebet kavmu nuhınil murselin.

Kardeşleri Nuh onlara: "Takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.

اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ

İz kale lehum ehuhum nuhun e la tettekun.

"Sizin için güvenilir bir Resulüm."

اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

İnni lekum resulun emin.

"Öyleyse Allah için takva sahibi olun ve bana itaat edin."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca alemlerin Rabb'ine aittir."

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ

Ve ma es'elukum aleyhi min ecr, in ecriye illa ala rabbil alemin.

"Öyleyse Allah için takva sahibi olun ve bana tabi olun."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ

Fettekullahe ve etiun.

"Toplumun en yoksun kesimi sana uymaktayken, biz kendimizi onlarla bir tutup sana inanır mıyız?" dediler.

قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ

Kalu e nu'minu leke vettebeakel erzelun.

"Onların tercihlerini belirleyici ben değilim. " dedi.

قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ

Kale ve ma ilmi bima kanu ya'melun.

"Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Eğer düşünürseniz gerçeği anlarsınız."

اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ

İn hısabuhum illa ala rabbi lev teş'urun.

"İnananları kovacak değilim."

وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

Ve ma ene bi taridil mu'minin.

"Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım."

اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ

İn ene illa nezirun mubin.

"Ey Nuh! Eğer kesin olarak vazgeçmezsen, iyi bil ki, kesinlikle taşlananlardan olursun!" dediler.

قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ

Kalu le in lem tentehi ya nuhule tekunenne minel mercumin.

"Rabbim! Halkım beni yalanladı." dedi.

قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ

Kale rabbi inne kavmi kezzebun.

"Artık benim onlarla işimi tamamen bitir. Beni ve benimle beraber iman edenleri kurtar." dedi.

فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Feftah beyni ve beynehum fethan ve neccini ve men maiye minel mu'minin.

Bunun üzerine onu ve onunla birlikte olanları dolan gemide kurtardık.

فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ

Fe enceynahu ve men meahu fil fulkil meşhun.

Sonra geride kalanları boğduk.

ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ

Summe agrakna ba'dul bakin.

Bunda kesinlikle bir ayet vardır. Yine de onların çoğu iman edenlerden olmadı.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İnne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Rabbin, elbette Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Âd halkı gönderilmişleri yalanladı.

كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ

Kezzebet adunil murselin.

Kardeşleri Hud onlara: "Takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.

اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ

İz kale lehum ehuhum hudun e la tettekun.

"Sizin için güvenilir bir resulüm."

اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

İnni lekum resulun emin.

"Öyleyse Allah için takva sahibi olun ve bana tabi olun."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca alemlerin Rabb'ine aittir."

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

Ve ma es'elukum aleyhi min ecr, in ecriye illa ala rabbil alemin.

"Her yüksek tepeye ayet bina ederek mi oyalanıyorsunuz?"

اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ

E tebnune bi kulli riın ayeten ta'besun.

"Hiç ölmeyeceğinizi sanarak sağlam yapılar ediniyorsunuz."

وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ

Ve tettehızune mesania leallekum tahludun.

"Elinize imkan geçtiği zaman, onu zorbaca kullanıyorsunuz."

وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ

Ve iza betaştum betaştum cebbarin.

"Gelin Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve bana itaat edin."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Bildiğiniz şeylerle size yardım edene karşı takva sahibi olun."

وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ

Vettekullezi emeddekum bima ta'lemun.

"Size davarlarla, evlatlarla yardım etti."

اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ

Emeddekum bi en'amin ve benin.

"Ve bahçelerle ve pınarlarla."

وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ

Ve cennatin ve uyun.

"Ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum."

اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ

İnni ehafu aleykum azabe yevmin azim.

"Bize öğüt versen de veya öğüt verenlerden olmasan da bizim için birdir." dediler.

قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ

Kalu sevaun aleyna e vaazte em lem tekun minel vaızin.

"Bu öncekilerin uydurmasından başka bir şey değildir."

اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ

İn haza illa hulukul evvelin.

"Biz, azaba uğratılacak da değiliz."

وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ

Ve ma nahnu bi muazzebin.

Onu yalanladılar. Bunun üzerine onları helak ettik. Bunda bir ayet vardır. Buna rağmen insanların pek çoğu inanmamaktadırlar.

فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Fe kezzebuhu fe ehleknahum, inne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Rabb'in; Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Semud halkı gönderilmişleri yalanladı.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ

Kezzebet semudul murselin.

Hani! Kardeşleri Salih onlara: "Takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.

اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ

İz kale lehum ehuhum salihun e la tettekun.

"Sizin için güvenilir bir Resulüm."

اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

İnni lekum resulun emin.

"Allah için takva sahibi olun ve bana itaat edin."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

Ve ma es'elukum aleyhi min ecr, in ecriye illa ala rabbil alemin.

"Siz burada; bulunduğunuz yerde hep güven içinde bırakılacak mısınız?"

اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ

E tutrakune fi ma hahuna aminin.

"Cennetlerde ve çeşme başlarında."

ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

Fi cennatin ve uyun.

"Ekinliklerde ve salkımlı hurmalıklarda."

وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ

Ve zuruın ve nahlin tal'uha hedim.

"Ve dağlardan ustalıkla yonttuğunuz evlerde."

وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ

Ve tenhıtune minel cibali buyuten farihin.

"Allah için takvalı olun ve bana itaat edin."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Ve müsriflerin buyruklarına uymayın."

وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ

Ve la tutiu emral musrifin.

"Onlar, yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, düzeltmiyorlar."

اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ

Ellezine yufsidune fil ardı ve la yuslihun.

"Sen kesinlikle büyülenmişlerdensin." dediler.

قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ

Kalu innema ente minel musahharin.

"Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen bize bir ayet getir."

مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

Ma ente illa beşerun misluna, fe'ti bi ayetin in kunte mines sadikin.

"İşte bu dişi deve. Su içme hakkı; belirli bir gün onun ve belirli bir gün sizindir." dedi.

قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ

Kale hazihi nakatun leha şirbun ve lekum şirbu yevmin ma'lum.

"Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük günün azabı sizi yakalar."

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

Ve la temessuha bi suin fe ye'huzekum azabu yevmin azim.

Derken onu boğazladılar. Sonra da pişman oldular.

فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ

Fe akaruha fe asbahu nadimin.

Fakat azap onları yakaladı. Kuşkusuz bunda bir ayet vardır. Yine de insanların çoğu inanmadılar.

فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

Fe ehazehumul azab, inne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Rabbin, Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Lut halkı gönderilmişleri yalanladı.

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ

Kezzebet kavmu lutınil murselin.

Kardeşleri Lut onlara: "Takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.

اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ

İz kale lehum ehuhum lutun e la tettekun.

"Sizin için güvenilir bir resulüm."

اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

İnni lekum resulun emin.

" Allah için takva sahibi olun ve bana itaat edin."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca alemlerin Rabb'ine aittir."

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

Ve ma es'elukum aleyhi min ecr, in ecriye illa ala rabbil alemin.

"İnsanlardan erkeklerle mi ilişkiye giriyorsunuz?"

اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ

E te'tunez zukrane minel alemin.

"Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır! Siz azgın bir halksınız."

وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ

Ve tezerune ma halaka lekum rabbukum min ezvacikum, bel entum kavmun adun.

"Ey Lut! Eğer kesin olarak vazgeçmezsen, kesinlikle sürülenlerden olacaksın." dediler.

قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ

Kalu le in lem tentehi ya lutu le tekunenne minel muhracin.

Lut: "Sizi yaptıklarınızdan dolayı kınıyorum." dedi.

قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ

Kale inni li amelikum minel kalin.

"Rabb'im beni ve ehlimi bunların yaptıklarından kurtar."

رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ

Rabbi neccini ve ehli mimma ya'melun.

Bunun üzerine onu ve ehlinin tamamını kurtardık.

فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ

Fe necceynahu ve ehlehu ecmain.

Geride kalanlardan aciz bir kadın hariç.

اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَۚ

İlla acuzen fil gabirin.

Sonra diğerlerini dumura uğrattık.

ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ

Summe demmernel aharin.

Ve üzerlerine taştan yağmur yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür!

وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ

Ve emtarna aleyhim matara, fe sae matarul munzerin.

Kuşkusuz bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman edenlerden olmadı.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İnne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Senin Rabbin, Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

Eyke halkı gönderilmişleri yalanladı.

كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ

Kezzebe ashabul eyketil murselin.

Hani! Şuayb onlara: "Takva sahibi olmayacak mısınız?" demişti.

اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ

İz kale lehum şuaybun e la tettekun.

"Sizin için güvenilir bir resulüm."

اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

İnni lekum resulun emin.

"Allah için takva sahibi olun ve bana itaat edin."

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ

Fettekullahe ve etiun.

"Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnızca alemlerin Rabb'ine aittir."

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

Ve ma es'elukum aleyhi min ecr, in ecriye illa ala rabbil alemin.

"Ölçüde tam olun. Hak yiyenlerden olmayın."

اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ

Evful keyle ve la tekunu minel muhsirin.

"Doğru terazi ile tartın."

وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ

Vezinu bil kıstasil mustekim.

"İnsanların mallarını değerinden düşürmeyin. Bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın."

وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ

Ve la tebhasun nase eşyaehum ve la ta'sev fil ardı mufsidin.

"Sizi ve sizden önceki nesilleri yaratana karşı takva sahibi olun."

وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ

Vettekullezi halakakum vel cibilletel evvelin.

"Sen iyice büyülenmişlerdensin." dediler.

قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ

Kalu innema ente minel musahharin.

"Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Kesinlikle yalancı olduğunu düşünüyoruz."

وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ

Ve ma ente illa beşerun misluna ve in nazunnuke le minel kazibin.

"Eğer doğru söylüyorsan, haydi gökten üzerimize parçalar düşür."

فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ

Fe eskıt aleyna kisefen mines semai in kunte mines sadıkin.

Şuayb: "Rabbim yaptıklarınızı daha iyi bilir." dedi.

قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ

Kale rabbi a'lemu bi ma ta'melun.

Ne var ki onu yalanladılar. Bunun üzerine gölge gününün azabı onları yakaladı. Kuşkusuz o, büyük günün azabıydı.

فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

Fe kezzebuhu fe ehazehum azabu yevmiz zulleh, innehu kane azabe yevmin azim.

Kuşkusuz bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman edenlerden olmadı.

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

İnne fi zalike le ayeh, ve ma kane ekseruhum mu'minin.

Rabbin, Mutlak Üstün Olan'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

Ve inne rabbeke le huvel azizur rahim.

O, kesinlikle alemlerin Rabb'inin indirmesidir.

وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

Ve innehu le tenzilu rabbil alemin.

Onunla er-ruh'ul emin indi.

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ

Nezele bihir ruhul emin.

Senin kalbine. Uyarıcılardan olman için.

عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ

Ala kalbike li tekune minel munzirin.

Apaçık Arapça bir lisan ile.

بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ

Bi lisanin arabiyyin mubin.

Kuşkusuz o kesinlikle öncekilerin Zebur'larında da vardır.

وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ

Ve innehu lefi zuburil evvelin.

Ve İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir ayet değil mi?

اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

E ve lem yekun lehum ayeten en ya'lemehu ulemau beni israil.

Eğer onu yabancılardan birisine indirseydik;

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ

Ve lev nezzelnahu ala ba'dıl a'cemin.

O da bunu onlara okusaydı, onlar yine de inanmayacaklardı.

فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ

Fe karaehu aleyhim ma kanu bihi mu'minin.

Böylece onu mücrimlerin kalplerine soktuk.

كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ

Kezalike seleknahu fi kulubil mucrimin.

Acıklı azabı görmedikçe ona inanmazlar.

لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ

La yu'minune bihi hatta yeravul azabel elim.

İşte bu onlara, onlar farkında olmadan, ansızın gelecektir.

فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ

Fe ye'tiyehum bagteten ve hum la yeş'urun.

O zaman; "Bize birazcık olsun süre verilir mi acaba?" diyecekler.

فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ

Fe yekulu hel nahnu munzarun.

Yoksa azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?

اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ

E fe bi azabina yesta'cilun.

Gördün mü? Onlara yıllarca yararlanmalarına fırsat versek,

اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ

E fe raeyte in metta'nahum sinin.

Sonra da onlara yapılan uyarı gerçekleşse,

ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ

Summe caehum ma kanu yuadun.

Yararlandıkları şeyler onlara hiçbir yarar sağlamaz.

مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ

Ma agna anhum ma kanu yumetteun.

Uyarıcıları olmayan hiçbir kenti yok etmedik.

وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ

Ve ma ehlekna min karyetin illa leha munzirun.

Bu öğüttür. Biz, haksızlık yapanlardan olmadık.

ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ

Zikra, ve ma kunna zalimin.

Onu, şeytanlar indirmedi.

وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ

Ve ma tenezzelet bihiş şeyatin.

Bu onların harcı değil, hem buna güçleri de yetmez.

وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ

Ve ma yenbagi lehum ve ma yestetiun.

Çünkü onlar, işitmekten kesin olarak uzak tutulmuş olanlardır.

اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ

İnnehum anis sem'i le ma'zulun.

O halde Allah ile beraber başka bir ilaha yönelme. Yoksa azap edilenlerden olursun.

فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ

Fe la ted'u meallahi ilahen ahara fe tekune minel muazzebin.

Önce yakın akrabalarını uyar.

وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ

Ve enzir aşiretekel akrebin.

Ve sana uyan inananlara sahip çık.

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

Vahfıd cenahake li menittebeake minel mu'minin.

Eğer sana karşı çıkarlarsa, "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım." de.

فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ

Fe in asavke fe kul inni beriun mimma ta'melun.

Mutlak Üstün Olan'a, Rahmeti Kesintisiz Olan'a tevekkül et.

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ

Ve tevekkel alel azizir rahim.

Kıyam ettiğin zaman O seni görür.

اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ

Ellezi yerake hine tekum.

Secde edenler içindeki hareketini de.

وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ

Ve tekallubeke fis sacidin.

O, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir.

اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

İnnehu huves semiul alim.

Şeytanların kimlere indiğini size haber vereyim mi?

هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ

Hel unebbiukum ala men tenezzeluş şeyatin.

Bütün iftiracı günahkarlara inerler.

تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ

Tenezzelu ala kulli effakin esim.

Onlar, kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.

يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ

Yulkunes sem'a ve ekseruhum kazibun.

Ve o şairler; onlara azgınlar tabi olur.

وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ

Veş şuarau yettebiuhumul gavun.

Onların her vadide nasıl şaşkın şaşkın dolaştıklarını görmüyor musun?

اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ

E lem tera ennehum fi kulli vadin yehimun.

Onlar yapmayacakları şeyleri söylerler.

وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ

Ve ennehum yekulune ma la yef'alun.

Ancak inananlar, salihatı yapanlar, her zaman Allah'ın öğüdünü dinleyenler ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar hariç. Zulmedenler, nasıl bir alt üst oluşla, alt üst olacaklarını yakında bileceklerdir.

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ

İllellezine amenu ve amilus salihati ve zekerullahe kesiran ventesaru min ba'di ma zulimu, ve se ya'lemullezine zalemu eyye munkalebin yenkalibun.